100ler

Burada Türkiye'nin geleceğinin nasıl biçimlenmekte olduğu ve biçimleneceği konusundaki sezgilerimi pekiştiren gelişmelere ilişkin haberlere yer veriyorum. Haber linkleri "geleceğin Türkiyesi" ortak paranteziyle okunmalı.

Saturday, October 15, 2005

‘Yom Kippur’ ilk kez Akmerkez’e de girdi

16 Ekim 2005
Sema DENKER / MAGAZİN SERVİSİ
‘Bayram nedeniyle kapalıyız’... Ramazan ve Kurban bayramları nedeniyle vitrinlerde rastladığımız bu yazılar ilk kez Yahudi Bayramı (Yom Kippur) sırasında Akmerkez’e taşındı. Daha önce de dini bayramlar nedeniyle Türkiye’nin dört bir yanındaki mağazalarını kapatan Yahudi cemaatine mensup işadamları Akmerkez’deki yedi mağazayı 13 Ekim perşembe günü tatile soktu, vitrinlerine, ‘Dini bayram nedeniyle 13 Ekim perşembe günü mağazamız kapalıdır’ yazısını astı.

Yahudi cemaatinin önde gelenlerinden biri, ‘Mağazaların Yom Kippur tatili yapması, Türkiye’de Yahudilerin dini vecibelerini ne kadar rahat bir ortamda yerine getirebildiğini gösteriyor’ dedi.

BÜYÜK BAĞIŞLANMA:

Yom Kippur’u (Büyük Bağışlanma Günü) kutlamak için 13 Ekim’de kapısına ‘Dini bayram nedeniyle kapalıyız’ yazısı asan Akmerkez’deki mağazalar arasında Vakko, Sevil Parfümeri, Fransız konfeksiyon markası Façonnable ve Paul and Shark yer aldı.

SEVİL PARFÜMERİ:

Akmerkez Sevil Parfümeri Mağazası Müdürü Gülden Ustaoğlu, 13 Ekim’de tüm Türkiye genelindeki Sevil Parfümeriler’in kapalı olduğunu belirterek, şunları söyledi: ‘Uzun zamandır Sevil Parfümeri, 13 Ekim’de tüm Türkiye genelinde mağazalarını kapatır. Bu bayram da mağazalarımız kapalıydı ve gelen müşterileri bilgilendirmek amacıyla mağaza kapımıza, ‘Dini bayram nedeniyle 13 ekim perşembe günü mağazamız kapalıdır’ yazısını astık.’

YILLARDIR YAPARIZ:

Vakko Halkla İlişkiler Müdürü Neslihan Sadıkoğlu ise, şöyle konuştu: ‘Bu uygulama yıllardır yapılıyor. Dini bayram vesilesiyle tüm mağazalarımız kapalı oluyor.’

365 GÜN AÇMA ŞARTI:

Akmerkez Halkla İlişkiler Müdürü Ülker Melek, mağazalar ile yaptıkları anlaşmada haftanın yedi günü açık maddesinin bulunduğunu belirterek, Yom Kipur tatilini şöyle değerlendirdi: ‘Akmerkez yönetimi ile mağazalar arasında, 365 gün, haftanın yedi günü, sabah 10.00 ile akşam 22.00 arasında açık olması konusunda bir anlaşması vardır. Nasıl bizim dini bayramlarımızda bazı mağazalarımız bir gün kapatıyorsa, bazı Yahudi müşterilerimiz de mağazalarını 13 Ekim’de kapatabiliyor. Bu kapama, bazen vefat nedeniyle de olabiliyor. Dolayısıyla bu gibi durumlarda biz, açmayan mağazaları tespit ediyoruz. Ancak bugüne kadar yapılan bütün bu tespitlerin sonunda, mağazısını kapatan, açmayan müşteriye herhangi bir ceza uygulanmadı.’

Yom Kippur nedir

YOM KİPPUR (Büyük Bağışlanma Günü), İbrani takvimi içinde yer alan en kutsal gün. Roş Aşana’nın (Yahudilerin yılbaşısı) ardından, Tişri ayının (İbrani ay takviminin ilk ayı, genellikle eylül-ekim aylarının bir kısmına denk gelir) 10. gününde kutlanır. Yom Kippur’da Yahudiler günahlarının bağışlanması için iki gün batımı arasında aralıksız oruç tutup dua eder. Yıl boyunca belki bir kez bile sinagoga gitmeyen insanlar o gün ibadet için sinagoga gidip dindaşlarına katılır. Kippur’da Yahulier, yemek ve içmek, yıkanmak, deriye krem veya losyon sürmek, eşler arası ilişkide bulunmak ve deri ayakkabı giymekten uzaklaşırlar.

Wednesday, October 12, 2005

İsrail ile dev projelere ilk somut adım atıldı

Murat Yetkin
İki ülkenin enerji bakanları hangi projelere destek aranacağını dün açıkladı
İsrail ile Türkiye arasında su ve enerji taşıyacak boru hatları yapımına ilişkin olarak altı ay önce atılan adımlar meyvesini vermeye başladı. Hafta sonu Ankara'ya gelen bir İsrail heyetiyle Enerji Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığı heyetleri arasında yürütülen görüşmeler sonucu, iki ülkenin dev boru hatları projeleri dahil kapsamlı işbirliği yapma niyetlerine dair mutabakat sağlandı. Bu çerçevede oluşturulan 'Türk-İsrail Enerji Çalışma Grubu' ilk toplantısını 9-10 Ekim'de Ankara'da tamamladı. İşbirliğinin ilk yazılı belgesi de Enerji Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Salih Paşaoğlu ve İsrail Enerji Bakanlığı Müsteşarı Eli Ronen tarafından imza altına alınan görüşme tutanağı oldu.
İşbirliğinin çerçevesi, Enerji Bakanı Hilmi Güler ve İsrail Enerji ve Altyapı Bakanı Binyamin Fuad Ben Eliyezer tarafından dün düzenlenen basın toplantısında açıklandı.
Buna göre, iki ülkenin Dünya Bankası ve diğer uluslararası kreditörlerden destek arayacağı projeler arasında şunlar var:
1- Türkiye'den İsrail (ve onunla birlikte Filistin ve Ürdün'e) su ve elektrik enerjisi taşıyacak bir boru hattı inşası. Aynı güzergâhta doğalgaz taşınması da gündemde;
2- Bugün Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in de katılımıyla petrolün Tiflis'e ulaşması kutlanacak olan Bakü-Tiflis-Ceyhan ham petrol boru hattından Akdeniz'e akacak petrolün, İsrail'in Aşkelon Liman'ından, Kızıldeniz'deki Eylat Limanı arasındaki boru hattı vasıtasıyla Hindistan ve diğer Güney ve Doğu Asya pazarlarına ulaştırılması;
3- Rus ve Kazak petrolünü, İstanbul Boğazı üzerindeki yükü kaldıracak şekilde Samsun'dan Ceyhan'a nakledecek bir boru hattının inşası ve bu hattan gelecek petrolün de yine Aşkelon-Eylat hattı üzerinden Güney ve Doğu Asya pazarlarına yönlendirilmesi. Samsun-Ceyhan hattının inşası durumunda Ceyhan'dan Aşkelon'a Akdeniz altından yeni bir boru hattı, ya da tankerler yoluyla taşınması seçenekleri üzerinde duruluyor.
Bu projeler ilk kez geçtiğimiz nisan ayından itibaren açıktan açığa konuşulmaya başlanmıştı. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in 28-29 Nisan, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın da hemen ardından 1-2 Mayıs tarihlerinde İsrail temaslarında konu siyasi düzeyde görüşülmüştü. (Radikal, 2-3 Mayıs 2005)Konu, Erdoğan ve Putin'in 17-18 Temmuz'da Soçi'de yaptıkları kapsamlı görüşmelerde de gündeme gelmişti. (Radikal, 19 Temmuz 2005) Daha sonra Enerji Bakanı Güler'in İsrail seyahati ve karşılıklı uzman temasları gündeme geldi.
Azeri ve Kazak petrolünü Akdeniz'e taşıyacak BTC boru hattının tam kapasitesi yılda 50 milyon ton olarak öngörülüyor. Projeyi savunanlar, Samsun-Ceyhan hattının da en az o kadar, muhtemelen de 60 milyon ton taşıma kapasitesinde olması gerektiğini söylüyorlar. Bu, bir yandan Boğazları, öbür yandan Süveyş Kanalını ve daha önemlisi sürekli savaş ve istikrarsızlık alanı olan Basra Körfez'ini kenarda bırakarak, sürekli büyümesine düzenli petrol arayan Hindistan, Çin gibi ülkelere yılda en az 100 milyon tonluk alternatif petrol rotası sunuyor. Mevcut Kerkük-Ceyhan hattının yılda 70 milyon ton kapasitesi de dikkate alındığında, Ceyhan petrol terminalinin sunduğu imkânlar daha da artıyor. İsrailli bakan Ankara'dayken Londra'daki bir konferansta, Yunanistan heyetinin Burgaz-Alaxandropolis (Dedeağaç) hattına karşı Samsun-Ceyhan'ı savunan Dışişleri temsilcileri de işte bu noktalara dikkat çekiyorlardı.
Önceki gün varılan ve dün ilan edilen mutabakat, bu projeler üzerinde anlaşıldığını, her şeyin bittiğini göstermiyor. Ancak bu projeler üzerine sürecin başladığını gösteriyor.
İşin enerji kısmından dikkatlerimizi su kısmına odakladığımızda gözden kaçırmamamızda fayda olan bir anlaşma yapıldı geçtiğimiz hafta. Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener, Türkiye'den Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ne
su nakletmek üzere bir boru hattı inşasına karar verildiğini açıkladı. 78 kilometrelik boru hattının Akdeniz altından Kıbrıs Adası'na yılda 75 milyon metreküp su nakletmesi öngörülüyor.
Bu hattın Kıbrıs'ta çözüm arayışlarına bir katkı getirip getirmeyeceği ayrı bir konu. Ancak gerçekleşmesi durumunda İsrail, Filistin ve Ürdün'ün ihtiyaçlarının bir kısmını karşılayacak su hattının Kıbrıs'tan İsrail'e döşenmesinin maliyeti azaltıcı rolü de gündeme gelebilir.
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=166686 12 Ekim 2005

Tuesday, September 27, 2005

Washington Times’tan ağır eleştiri

Orijinalini bulamadım. Ama adamın söyledikleriyle Mahir Kaynak'ın sözleri çok örtüşüyor.

Amerikan Washington Times gazetesi’nde yayınlanan bir makalede Erdoğan’ın Türkiye’yi sistemli bir şekilde Avrupa değer ve özgürlüklerini lanetleyen “İslamifaşist” bir devlete dönüştürdüğü ileri sürüldü.
NTV
Güncelleme: 18:01 TSI 27 Eylül 2005 SalıİSTANBUL - Washington Times gazetesi’nde yayınlanan Frank Gafney imzalı makalede 3 Ekim öncesi AKP hükümetine sert eleştiriler yöneltildi.
“İslamcı Türkiye’ye hayır” başlıklı makalede, Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye kapılarını kapaması halinde, bunun haklı gerekçeleri olacağı ileri sürülüyor. Yazıda bu gerekçelerden biri olarak, “yeşil sermaye” olarak da bilinen ve 11 Eylül saldırılarının ardından Amerika Birleşik Devletleri’nden geri çekilen milyarlarca doların Türkiye’ye aktığı iddiası gösteriliyor.
Gazetenin köşe yazarı Gaffney’ye göre Amerikan politikalarını belirleyen çevreler bu paranın Türkiye’de aklanarak İslamifaşit terörizm için yeni gelir kaynakları yaratmakta kullanıldığını düşünüyor. Makalede imam hatip okullarının ve Kur’an kurslarının Türkiye’de laik sistemin yerini almaya başladığı ve bu tür eğitim alanların da hükümet içinde kadrolaştığı ileri sürülüyor.
“TOPLUM RADİKALLEŞTİRİLECEK”
“Amerikan güvenlik politikası merkezi” adlı düşünce kuruluşunun başkanı olarak da görev yapan yazar Gaffney, reform amacıyla bankalara el konmasının da Suudi Arabistan bağlantılı İslami bankaların işe yaradığı yorumunu yapıyor.
Yazara göre AKP hükümetinin programı Türkiye ekonomisini çökertip toplumu radikalleştirecek ve bu özellikleriyle Türkiye’yi Avrupa Birliği üyeliği için yetersiz kılacak nitelikte.
27 Eylül 2005 NTV

Sunday, September 25, 2005

A City of Many Pasts Embraces the Future

The Boston Globe ve Newsweek'teki yazılardan sonra, bu da The New York Times'ten bir İstanbul güzellemesi.

By RICK LYMAN
Published: September 25, 2005

IN the recently published first volume of memoirs, "Istanbul: Memories and the City," Orhan Pamuk describes how a 1950's childhood among Europe-yearning cosmopolitans in the crumbling ruins of the Ottoman Empire helped to shape him as a writer. The key, he said, is to understand the concept of huzun.

This Turkish word describes a kind of melancholy, he says, not so much a personal state as one shared by an entire society, a mood of resigned despair for the great past - a murky, black-and-white world of sodden streetscapes and peeling palaces.

"The thought behind huzun was: People in Europe are happy, but we are doomed," Mr. Pamuk, also author of the novel "Snow," said a few weeks ago as he tucked into a freshly grilled bonito in a favorite waterfront restaurant on the nearby island of Heybeliada in the Sea of Marmara, where every summer he rents a house his family once owned.

So it is with a mixture of skepticism and amusement that he now encounters Istanbul's latest, 21st-century incarnation, as an increasingly lively and trendy destination - the latest European hot spot, following in the tradition of Prague and, more recently, Berlin.

"I think perhaps it is a generational thing," said Mr. Pamuk, at 53 his nation's most renowned author, and one of its most controversial as he faces charges after he made comments in February about allegations of mass killings of Armenians 90 years ago and Kurds more recently. "I talk to younger people and they say, 'Where is this melancholy city you talk about? My Istanbul is a sunny place.' "

Istanbul, of course, has been a tourist destination almost since the Greeks set up shop in the seventh century 700 B.C., then as Byzantium gave way to the new Roman capital of Constantinople in A.D. 330, to Muslim Istanbul after the conquest of 1453 and then under four and a half centuries of Ottoman rule and the rise, in 1923, of the Turkish state.

For generations of Western artists and other travelers in the 19th and 20th centuries, Istanbul was seen as the heart of the great, mysterious Orient, a highly romantic and largely imagined land of crumbling ruins, impossibly grand mosques, smoky bazaars, gypsies, harems, belly dancers and dark cafes full of men in fezzes pulling languorously on water pipes.

They are all still here, except for the harems and the men in fezzes. Now, those cradling their water pipes in the warren of cafes behind Nusretiye Mosque are more likely to be young couples sitting in colorful beanbag chairs and sporting T-shirts, backpacks, fold-out maps and an air of studied bohemianism. No matter which way you walk in Istanbul - particularly if you wander along Istiklal Caddesi, the city's chief commercial thoroughfare - a sea of humanity seems to be bearing down upon you: young Turks hurrying into dark arcades where they nurse beers and hunker over backgammon boards; well-dressed women laden with bags from fashionable boutiques; beseeching beggars; tourists lugging cameras; couples in designer jeans holding hands; and the occasional elderly Turk at the edge of the tumult, wondering what has become of his city as he studies a movie poster for "Cinderella Man."

"In Istanbul, we are certainly going somewhere, but where are we going?" asked Ender Mermerci, a well-known socialite who maintains a magnificently restored, 300-year-old residence, known as a yali, on the lapping banks of the Asian side of the Bosporus.

Where indeed?

Istanbul has always been a city of many pasts. But now, suddenly, it is a city of many possible futures, possibly the newest member of club of European states (talks begin next month on Turkey joining the European Union), or perhaps a land of increasingly fervent Islam.

Istanbul's renaissance is one that stretches both high and low. It is a short taxi ride from the narrow streets of the impoverished Fatih quarter, where veiled women avoid eye contact and packs of dogs scamper along dusty alleyways, to glittering Nisantasi, where European and American boutiques compete for customers with bistros and brasseries, and a clerk at the Louis Vuitton boutique solemnly boats that it had the largest sales. Most recently, the high-end art crowd has been drawn to the city for Istanbul Design Week in September, for the Istanbul Biennial through October or by the new Istanbul Modern and Pera museums.

These are the prosperous habitués of such trendy night spots as the 360 Club, high above Istiklal Caddesi, whose glass walls and modernist terrace overlook the Bosporus, the Golden Horn and Topkapi Palace and which seems almost within touching distance of the straw-colored steeple of the church of St. Anthony of Padua, Istanbul's largest Roman Catholic church.

(Page 2 of 3)



The old yalis of the Ottoman pashas, the grand homes lining the Bosporus, have been reclaimed by a new generation of wealthy Istanbullus. Along with such traditional expatriate enclaves as Bebek, they have transformed this once-sleepy stretch into a fashionable haven of fancy homes and waterfront cafes, where private boats churn back and forth between the ferries and Russian freighters, and where it is not uncommon to see lavish parties in the old palaces and promenades.

Skip to next paragraph

Lynsey Addario for The New York Times
By the river in the Ortakoy neighborhood. More Photos >



Views of Istanbul

Istanbul

Forum: Travel in the News
Ms. Mermerci, for instance, was recently host to a weeklong series of parties to celebrate the 10th wedding anniversary of her friend, Francine LeFrak, a film producer and a member of the well-known New York real estate family. They had met several years ago in New York, renewed their friendship at Ms. LeFrak's fifth anniversary celebration in Capri and had reunions during Ms. LeFrak's regular visits to Istanbul and Turkey's Aegean Coast.

"I had visited Istanbul only once before, as a 16-year-old, and to me, at that age, it was beyond exotic," Ms. LeFrak said. "But the new Istanbul I found was an incredibly sophisticated place. The city is really humming. It's got a beat. And the people there really know how to have fun."

The restaurant-and-nightclub known as 360 is the latest of these upscale Istanbul nightspots, and finding it can be a challenge. Walking up Istiklal Caddesi toward Taksim, one passes the yellow facade of St. Anthony's Church on the right. A few doors north, beyond some storefronts, is the entrance to Misir Apartments (there is a small black-and-white sign for 360 posted at the entrance, but it is easily overlooked).

At the back of the lobby, which seems to act as a motorcycle parking lot during the day, there are two small elevators and another, somewhat larger sign for 360. Finding the entrance is made easier late at night, when overflow crowds are kept waiting in the lobby behind a velvet rope and sometimes stretch out into the street.

The small elevators, capable of holding perhaps a half-dozen people at a time, carry customers to the sixth floor, where they emerge into a hallway lined with white draperies. Yet another sign points up a flight of stairs where, on the seventh floor, there is an entrance to the club followed by yet another flight of stairs to the roof.

Visitors emerge, during the day, into a brightly lighted expanse of floor-to-ceiling glass and chrome and black furniture and, at night, into a pulsating and candlelit expanse of chattering people surrounded by the endless lights of the metropolis. Overhead, track lights hang from serpentine cords.

To the left is a disco that opens only after midnight. Immediately to the right is a long bar leading onto a terrace and several tables of food. During the day, this area is deserted, but after 10 p.m. it is difficult to get through the smart crowd.

The restaurant - a few steps up, farther to the right - is criss-crossed by young, handsome waiters in blue jeans and white shirts who respond at a trot to finger snaps from the large tables of sophisticated 30-something Istanbullus.

Nezih Barut, who owns a pharmaceutical company in Istanbul and whose company is a sponsor of many art-related events at this year's biennial, also lives in one of the Bosporus waterfront villas. He said he had definitely noticed a rising influx of tourists from America, Germany, England, Japan and, especially, Russia. "It began, I would say, about 10 years ago, and has really increased in the last couple of years," he said.

One reason for this, he said, is that as the old, wooden Ottoman mansions burned down over the decades, a new, more modern and comfortable waterfront rose up, inviting to European travelers.

Turkey's economy has strengthened in recent years, driven in part by reforms aimed at encouraging the country's acceptance as a member of the European Union. Negotiations over Turkey's entrance into the union are set to begin on Oct. 3. For European-leaning Turks, this would be a long-awaited moment of acceptance. For many in the country's growing community of devout Muslims, it is less welcome, and there have been protests.

A survey released in Europe earlier this month by the German Marshall Fund and Compagnia di San Paolo, a research center in Turin, made news in the United States because it showed continued hostility toward American foreign policy among Europeans.

But it made bigger news in Istanbul because it also showed that 29 percent of Europeans felt adding Turkey to the European Union would be a bad thing and that only 22 percent favored it. A front-page article in The Turkish Daily News, the city's chief English-language paper, decided to stress that the largest group, 42 percent, were ambivalent about the whole thing, and advocated a marketing campaign to win them over.

Nevertheless, more than a dozen well-to-do Istanbullus interviewed this month said that they were pessimistic about their nation's chances.

"I do not think it would happen," said Mr. Barut, the pharmaceuticals executive. "Why should they do it? We are 70 million people, with many problems. And we are a Muslim nation, which frightens them."

Skip to next paragraph

Views of Istanbul

Istanbul

Forum: Travel in the News
One can, perhaps, detect a slight note of huzun in this widespread attitude.

And indeed, incongruous as it can seem on a walk along the stunningly beautiful Bosporus, the old city of crowded markets and ancient traditions is still very much alive.

One afternoon, I visited the 300-year-old Cagaloglu Hamami, a five-minute walk from the Hagia Sophia, where the most traditional Turkish bath experience can be had. It is easily identifiable by the signs plastered all around its entrance announcing its inclusion in the book "1,000 Places to Visit Before You Die."

One pays 32 Turkish lira (about $25), is led upstairs to a small, wooden cubicle to change into a large towel, then downstairs and through connecting doors into the old, domed hamam - a steamy place with marble walls and alcoves, where burly Turkish men pound and knead you with rough professionalism, then soap you up, scrub you with rough clothes and rinse you off. It all takes less than an hour.

My attendant leaned over at one point and whispered that he would like a tip, but it must be a secret. Since he had just demonstrated that he could easily snap my neck like a chicken's, I said I would be most happy to accommodate him.

Later, after buying Anatolian wedding and dowry textiles for my daughters in the Grand Bazaar, I was deftly pickpocketed in a crowded tram. Fortunately, I had less than $20 in my pocket.

HERE is my advice: Don't come in the summer, come in the winter, Mr. Pamuk said. "The city is not full of tourists. Then, go walking through the back streets, where the tourists don't go."

I couldn't wait for winter, but took his advice and spent several hours walking through the old neighborhoods around Fatih Mosque in the poorest and most conservative section of the city. "No one will bother you," he said, and no one did, although there were a few neighborhood children who came out of the dark buildings to look at me with something approaching surprise.

It would have been better, Mr. Pumak said, if the city had been cloaked beneath a shroud of snow - the better to evoke that great, gloomy state of huzun. That is what some of these new Istanbullus, the Europe-imitating ones who haunt clubs like 360, do not understand, Mr. Pamuk said. Huzun is not something to be avoided. It is one of Istanbul's great gifts to the human race.



New Attractions in a Tourist City Since the Seventh Century B.C.

HOW TO GET THERE

Turkish Airlines runs daily nonstop flights between Kennedy Airport and Ataturk International Airport in Istanbul for as little as $790 until the season shifts in late October, when prices fall to as low as $667. Delta is decreasing from four round trips a week to three beginning in mid-October, after which a round trip nonstop can run as little as $1,195 (or $684, with a change in Europe).

American citizens must have a visa to enter Turkey. A single-entry tourist visa can be obtained for $20 at Ataturk Airport on arrival, though one can also be obtained for the same price at the Turkish Embassy in Washington and at consulates in Chicago, Houston, Los Angeles and New York. Information and on-line forms can be found online at www.turkishembassy.org/consularservices.

A taxi ride to Sultanahmet, Istanbul's tourist center and home to most of its hotels, is about $15, at 1.3 lira to the dollar. The country code is 90; city code is 212 for the European side of the Bosporus and 216 for the Asian side. All phone numbers below are for local calls and require dialing zero first.

WHERE TO STAY

Istanbul's newest luxury hotel is the 65-room Four Seasons in Sultanahmet, just around the corner from the Hagia Sophia and the Blue Mosque. The Four Seasons Hotel Istanbul, Tevkifhane Sokak 1, (0212) 638-8200, www.fourseasons.com/istanbul, was built in what had been one of Turkey's most notorious prisons - the inspiration, in fact, for the film "Midnight Express," though you will not be reminded of that film during your stay. Prices start at $340.

Across the street is the Seven Hills, Tevkifhane Sokak: 8/A, (0212) 516-9497, www.hotelsevenhills.com, a boutique hotel almost in the shadow of Hagia Sophia. Doubles are $225.

On the other side of the Bosporus is the 18-room Sumahan, Kuleli Caddesi 51, (0216) 422-8000, www.sumahan.com. Ground-floor rooms open onto a lawn that runs down to the Bosporus where you can sit on Adirondack chairs and watch the daily parade of ferries and freighters. Beginning Nov. 1, low-season rates start at $234.

WHERE TO EAT

Istanbul's hottest night spot is 360, perched in the Misir Apartments high above bustling Istiklal Caddesi, (0212) 251-1042. Lunch is quiet, but evenings are jammed with a smart, sophisticated, chattering crowd. Turks tend to begin their meals with mezzes, appetizers that are shared around the table. At 360, mezzes include grilled sardines in vine leaves or Vietnamese beef tartar for $6. Main courses include prawns-in-a-jar with lemon grass for $9 and Cajun blackened veal chop for $18.

On the Bosporus, the scene-makers head to Reina, Muallim Naci Caddesi 44, (0212) 259-5919, www.reina.com.tr, a cluster of nine restaurants, including Italian and Chinese, built on white terraces overlooking the Bosporus in Ortakoy. Reservations are essential.

More traditional fare is offered at the courtyard restaurant at Yesil Ev, Kabasakal Caddesi 5, (0212) 517-6780, an Ottoman-style hotel known as the Green House. Mezzes include vegetables cooked in olive oil ($8) and stuffed vine leaves en casserole ($9.50), and main courses include mixed grill ($25) and Yesil Ev-style beef ($17).

Istanbul's fanciest shopping district is Nisantasi, about a 20-minute walk north of Taksim Square. Here, amid upscale boutiques and sidewalk cafes, the chef, Feridun Ugumu, has developed a reputation for offering some of the best and most authentic Turkish food in the city at Hunkar, Mim Kemal Oke Caddesi 21, (0212) 225-4665, www.hunkartr.com. Main courses include izgara-style meatballs for $10 and begendi kebabs of crunchy lamb on a bed of mashed eggplant for $11.

Similar - though not quite so high-style - Turkish fare can be found at Havuzlu, (0212) 527-3346, tucked away in the thick and bustle of the Grand Bazaar's leather quarter, where the local merchants come for an unpretentious midday meal. The address is Gani Selebi Sok 3, but really, addresses off the main thoroughfares mean little in the bazaar. You'll need to get a map and a good nose to find your way in. A recent meal of a fried squid appetizer followed by a huge grilled sea bream and bottle of mineral water cost $25.

WHERE TO DRINK

The alleyways around Tunel Square - at the southern, and less congested, end of Istiklal Caddesi - are cluttered with cafes and mekhanes, most of them full of young people nursing beers or fretting over games of backgammon. One of the prettiest is Café Gramofon, Tunel Square 3, (0212) 293-0786, whose Art Deco chairs provide a perfect perch to watch the activity in the square.

At the other end of Istiklal Caddesi, near where it spills into the vast expanse of Taksim Square, there are also alleyways full of tiny restaurants and bustling cafes. It's louder here, the crowds are thicker and the general atmosphere is a shade seedier.

The gay club scene is centered on the streets near the old Pera Palace Hotel, where passengers from the Orient Express rested from their long journey. There are also many gay clubs near Istlikal Caddesi, including the recently opened Club Purple, Mis Sokak, No. 20, (0212) 245-8933, which opens at 10 p.m. and stays open until 5 a.m.

http://travel2.nytimes.com/2005/09/25/travel/25istanbul.html

Saturday, September 24, 2005

Ofer: Yatırımlarımız dünyanın her yerinde

İsrail merkezli Ofer Grubu'nun sözcüsü Rahav, "Bütün dünyada olduğu gibi Türkiye'de de özelleştirmelere giriyoruz ve neticede bu bir iş" dedi.

Türkiye'de, son günlerde yaşanan tartışmaların odağında yer alan Ofer Ailesi, İsrail'de de, devlete ait rafineri şirketindeki payının satışı nedeniyle, İsrail Hükümeti ile anlaşmazlığa düştü.

Ofer şirketi, İsrail Corporation'daki yüzde 26'lık payını, özelleştirme planları kapsamında devlete satma konusunda vardığı anlaşmayı bozdu. Şirket, dünya enerji piyasalarında yaşanan gelişmelerle birlikte hisselerin değerinin çok yükseldiği gerekçesiyle, bu kararından vazgeçtiğini duyurdu. Ofer şirketinin bu kararı, İsrail hükümetinin büyük tepkisine neden oldu.

Ofer: Girişimlerimiz yasalara uygun

Öte yandan, Ofer Grubu'nun sözcüsü Rani Rahav, İHA'ya telefonla yaptığı açıklamada, TÜPRAŞ'taki hisse alımı konusunda hiçkimsenin yasa dışı hareket edildiğini söyleyemeyeceğini vurguladı.

Ofer sözcüsü, grubun Türkiye'ye ilgisinin ise ekonomideki istikrar ve Türkiye'nin Avrupa Birliği sürecinden kaynaklandığını söyledi. Rahav, "Bütün dünyada olduğu gibi Türkiye'de de özelleştirmelere giriyoruz ve neticede bu bir iş" dedi.

Türk-İsrail İşadamları Derneği Başkanı Alon Liel de, İsrailli şirketlerin artık Türkiye'ye daha fazla önem vermeye başladıklarını ve Galataport ihalesi ile birlikte İsrail-Türkiye ekonomik ilişkilerinin gelişeceğini belirtti.

KUDÜS


Kilci: Ofer'le görüşmedik


Özelleştirme İdaresi Başkanı Metin Kilci, Tüpraş'ın yüzde 14,76'lık bölümünün borsada satışı öncesi Ofer Grubu ile bir görüşme yapmadıklarını söyledi. Galataport ihalesinin yenileneceğine yönelik bir beklentisi olmadığını anlatan Kilci, ödeme planında sürenin yatırımın geri dönüşü hesaplanarak yapıldığını kaydetti. Metin Kilci, Rahmi Koç'un ihaleye ilişin açıklamalarını ise "Kimsenin ihale şartlarını bilmiyorduk deme hakkı yok. Oyun bittikten sonra kaybedenlerin üzüntüleri olacaktır" diye konuştu.


'Öküzün altında buzağı aranmaz'


Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, dün katıldığı Yabancı Sermaye Derneği'nin üye toplantısında yaptığı konuşmada İsrailli işadamı Ofer'le ilgili iddialara cevap verdi. Unakıtan şunları söyledi: ''(Ofer'le konuştun mu?) Konuştum. Alıcı adam konuşurum, niye konuşmayayım? (Otel odasında görüşmüş, gizli bir iş yapılmış, bir gecede satılmış...) Davos'a gittiğimde kıştı, kar buz... Dışarıda mı konuşsaydım adamla.

Hutchison firması var Uzakdoğu'lu Hong Kong'da. Sahibi de 76 yaşında. Türkiye'ye yatırım yapmak istiyor. Uzakdoğu'nun en zengin işadamı olduğu söyleniyor. Türkiye'ye davet ettim, (Geleceğiz) dedi. (Memnun oluruz) dedim. (Sayın Bakan, şu anda nakit 18 milyar doların üzerinde oturuyorum) dedi. (18 milyar doların üzerinde oturuyorum) deyince, dedim ki (Biraz öte gider misiniz, ben de şöyle geleyim) dedim. Kutman da oradaymış, evet adamın Türkiye temsilcisi o, başka temsilci olsa o olacak orada. Bunlar beyhude şeyler, öküz altında buzağı aranmaz.''
İSTANBUL 24 Eylül 2005

Kaygılıyım

Star Grubu'na ait radyolardan biri iki gün önce yapılan açık artırmada 30 küsur milyon dolara satıldı, önceki gün de Metro FM. Allah bereket versin. Diğerleri de bu düzeyde para ederse Star'dan beklenenin çok üstünde bir meblâğ devlet kasasına girer...

Bu bir görüş. Ben ise satın alana bakarak hüküm verenlerdenim. Kim satın aldı radyoları? CanWest adlı bir firmayla birlikte hareket eden Global Yatırım... Henüz medyaya yabancı sermaye yüzde 100 oranında giremediği için böyle hareket edildiği belli; yasa değiştiğinde 'CanWest' firması aldığı medya kuruluşlarının tek sahibi haline dönüşebilecek...

Ödemeye hazır olduğu meblâğın yüksekliği bir gerçeğe işaret ediyor: CanWest Türk medyasına girebilmek için akıl almaz bir bedel ödemeye hazır... Bu iştahın sebebini doğrusu çok merak ediyorum...

Bir radyonun o kadar yüksek bir değerle satılmasına herkes sevinir, bazıları o değeri bir yabancı firma ödediği için âdeta bayram ederken, ben neden karalar bağlıyorum? Kim alırsa alsın, ülkenin kasasına bayağı yüksek meblâğlar akıyor ya, ötesini dert edinmemem gerekmez mi?

Hayır, gerekmiyor. Duyduğum huzursuzlukta dün Hürriyet'te okuduğum şu bilgilerin rolü olduğunu sanmayın yalnızca: "CanWest'in kurucusu, gazeteci, avukat, şirket yöneticisi ve işadamı gibi kimlikleriyle tanınan Musevi kökenli Israel Asper. 1977'de kurduğu CanWest'te başkanlık ve CEO'luk yapan Asper, 2003'te 71 yaşındayken öldü. Asper, bir ara politikaya da atılmış, Liberal Parti'nin 1970-75 yılları arasında liderliğini üstlenmişti. Asper, özellikle anavatanı İsrail yanlısı siyasî görüşleriyle biliniyor. Ölümünden kısa süre önce işlerini oğulları Leonard ve David Asper'e devrederek emekli olan Asper, Kanada'da medya tekeli oluşturmak ve sansürcü olmakla suçlandı. Hatta Reuters Haber Ajansı, CanWest Grubu'nu, kendi haberlerini İsrail yanlısı, Arap ve Filistin düşmanlığı yaparak saptırmakla itham etti."

Benim rahatsızlığım farklı bir sebepten. Türk medya dünyasına yabancı ellerin hoyratça ve sınırsızca uzanmasını, o dünyanın içinden biri olarak, ciddi bir kaygı sebebi sayıyorum... İllâ 'yabancı sermaye' gelecekse medyaya, bunu farklı bir biçimde sağlamanın yolları bulunabilirdi. Batılı sermayedar, işler bir çatal ağıza geldiğinde, 'editoryal bağımsızlık' filân dinlemiyor çünkü...

Nereden mi biliyorum? Birinci el bir anlatımdan...

Piers Morgan İngiltere'de çıkan çok satışlı gazetelerden 'Daily Mirror'u on yılı aşkın bir süre başarıyla yönetmiş bir gazeteci. Çok genç yaşında yöneticilik koltuğuna oturtulmuştu Morgan, koltuğu altından çekildiğinde henüz kırkına varmamıştı bile. Bizde, bazı medya kuruluşları, işten çıkardıklarının yüzüne "Kovuldun" demeyi göze alamayıp elektronik kartla girilen kapıya sınırlama koyuyor. Bu bilinen bir hikâye. Binaya gelip kapıyı açması için kartını kullanıyorsun, kıpırdamıyor... Görevli, "Maalesef, kartınız iptal edilmiş" dediğinde, işten atıldığınızı anlıyorsunuz...

Morgan'a farklı bir muamele uygun görülmüş: Görevden alındığını iki dakika süren bir konuşmayla tebliğ etmiş, "Lütfen güvenlik kartını teslim et ve odanı hemen boşalt" demişler... Bunu da keyfine bırakmamışlar; o eşyalarını toplarken güvenlik sorumlusu başında beklemiş, asansöre beraber binmiş, dış kapıya kadar da mevcutlu götürmüş Morgan'ı... Adama en çok koyan ise, gazetenin kendisine verdiği cep bilgisayarını iade etmesinin istenmesi olmuş...

Daily Mirror İngiltere'nin en çok satan gazetelerinden. Pierce Morgan da onun başarılı yayın yönetmeni. Ne olmuş da on yıl başarılı bulunmuş yönetmen böylesine bir muameleyle kapıya konulmuş? Bu sorunun cevabını, Morgan'ın şu yakınlarda yayımlanan 'The Insider' (İçeriden Biri) başlıklı anılarından öğreniyoruz...

Tony Blair'in başında olduğu İşçi Partisi'ne sempati duyanlarının okuduğu sol eğilimli bir gazete Mirror; Blair ABD'nin yanında Irak'a savaş cephesinde yer alınca, Mirror'un 'sol' çizgisiyle hükümetin savaş yanlısı politikaları ters düşmeye başlıyor... İş, Amerikan askerlerinin Ebu Gureyb işkenceleri ortaya çıkınca, Mirror'un "Bizimkiler de işkenceci" haberine eşlik eden fotoğraflar yayımlamasına kadar varıyor...

Savaş öncesinde, Observer gazetesi Morgan'la bir mülâkat yayımlıyor. Observer'in aynı sayfasında, Mirror'u çıkaran firmanın Amerikalı ortaklarının gazetenin izlediği çizgiden memnuniyetsizlik duyduğu haberi de veriliyor. Morgan, "New York'taki yatırım bankasından birinin yayın politikamızı etkileyebileceğini düşünmesi beni güldürdü" notunu düşmüş günlüğüne... Ertesi gün, bu defa BBC'de, Amerikalı yatırımcıların Morgan'ın kovulması için Londra üzerinde baskı uyguladığı haberi yer almış...

Sonucu başka bir yolla almışlar: Yönetmenin önüne bilgisi doğru olsa da fotoğrafları kasıtlı biçimde uyduruk bir haber atıvermişler ve bu defa ipi çekmeleri çok daha kolay olmuş...

Herhalde kaygımın sebebini anladınız.
tkivanc@yenisafak.com.tr 24 Eylül 2005

Biz sorularımızı soralım da...

Ne yapacağız, Star Medya Grubu'nun radyoları, tv kanalları ve gazetesi iyi fiyatla satılıyor diye, yapılan işlem hukukî açıdan yanlış, siyasî açıdan muhataralı, toplumsal açıdan tedirginlik verici ise de susacak mıyız?

Bu soruyu açmadan önce, medyaya yabancı sermaye girmesi teşebbüsüyle ilgili bir başka gelişmeyi hatırlatmakta yarar var. Ülkemizin en büyük medya grubu, elindeki iki tv kanalını, bir çatı şirket üzerinden, yabancı bir bankaya satmıştı. Radyo Televizyon Üst Kurulu'nun (RTÜK) o işlemi durdurduğunu herhalde hatırlıyorsunuz. Yasa açık: Finans kuruluşları televizyon sahibi olamıyorlar; bir yabancı şirket sermayenin yalnızca yüzde 25'ini koyabiliyor ve aynı alanda birden fazla kuruma sahip olamıyor...

RTÜK'ün kararı, ülkemizin en büyük medya grubunun, bir yabancı bankaya, iki tv kanalının yüzde 20 hissesini satma işlemini boşa çıkartmıştı. RTÜK'ün yeni yönetimi, eski kararın yerli gruplara da uygulanmasını bir süreliğine askıya alma ihtiyacı hissetti, ancak yabancılara satış işlemini engelleyen karar halen yürürlükte.

Uzan Medya Grubu'na ait kuruluşların CanWest'in ortağı olduğu şirketler tarafından satın alınması yasaya açıkça aykırı. 3984 sayılı yasanın 29. maddesinin 'ı' bendini birlikte okuyalım: "Bir özel radyo ve televizyon yayın kuruluşunda ortak olan gerçek veya tüzel yabancı kişi bir başka radyo ve televizyon kuruluşuna ortak olamaz." Çok açık seçik ifadelerle kaleme alınmış bu maddenin âmir hükmünü 'yasaya karşı hile' anlamına gelecek yöntemlerle yok saymak mümkün değildir.

Yasaya göre, CanWest'in irtibatlı olduğu şirketler, Türkiye'de, yalnızca bir tv kanalı ile bir radyoya sahip olabilir... İkinci bir radyo, ikinci bir tv kanalı satın alamaz CanWest; sahip şirketlerin sermaye yapısındaki varlığını alt şirketlerle gizlemeye çalışması da bu hükmü ortadan kaldıramaz.

Ülkemize medya sahibi olmak üzere gelmiş bir şirketin, 'yasaya karşı hile' yolunu tercih etmesi, başka hassasiyetleri ön plana taşıyor. Türkiye gibi reklâm harcamaları kısıtlı bir ülkede, kârlı olduğunu kimsenin ileri süremediği medya alanına, bir yabancı şirket, bütün beklentilerin olağanüstü üzerinde fiyatlar ödeyerek neden girmeye çalışır? Hem de yasal açıdan mümkün olmadığı halde?

Şu ana kadar yapılan ihaleler, Kanada merkezli CanWest firmasının Türk medya dünyasına ne pahasına olursa olsun girmek üzere 'stratejik' bir karar verdiğini açığa vuruyor. Zaten yüksek belirlenmiş ihale değerini ikiye üçe katlayan fiyatlar ödüyor bu şirket. Öyle anlaşılıyor ki, radyosu, televizyonları ve gazetesi olması için yüzmilyonlarca doları çantaya koyup gelmiş... İyi de, neden?

Medya alanıyla ilgilenen tek yabancı şirket CanWest ve ilgi Star Grubu'yla sınırlı olsa hadi neyse, oysa TGRT gibi muhafazakâr kesime hitap eden bir kanalın da yabancılara satıldığı (veya satılmak üzere olduğu), satış muamelesinin tekemmülü için Meclis'in açılmasının beklendiği daha önce duyurulmuştu. Kozmetik alanında çalışan Esteé Lauder şirketinin Türk medyasına ilgisi ve giriş için TGRT'yi seçmesi gerçekten dikkat çekici...

Aslına bakılırsa, CanWest de, Esteé Lauder gibi, Meclis'in açılıp RTÜK yasasında yabancı ortaklığı sınırsız hale getirecek ve diğer kısıtlamaları da kaldıracak değişikliklerin yapılmasını bekliyor. Bu tür şirketler bütünüyle kendilerine ait olmayan bir malî yapıyla piyasaya girmezler çünkü. CanWest'in Türk ortaklarının varlığı, büyük ihtimalle, yasa değişene kadar alınmış bir tedbirden başka bir şey değil...

Peki de, medya gibi hassas bir alana girmeye çalışan bir 'yabancı' grubun, daha adımını atar atmaz, evsahibi ülkenin yasalarını kenarından dolaşmaya çalışması, 'hile' yöntemine sarılması iyi niyetli bir davranış gibi geliyor mu size? TMSF, o olamıyorsa RTÜK, bu yanlışlığı mutlaka durdurmalıdır.

Son bir soru daha: Meclis medyada yabancı sermaye için konulmuş yasal sınırlama ve kısıtlamaları kaldırmalı mı, kaldırır mı?
fkoru@yenisafak.com.tr 24 Eylül 2005

Friday, September 23, 2005

CanWest'i sorgularken

Ekonomi-siyaset ve medya dünyasının son 48 saat içinde en çok konuştuğu konu; yüzde 75'i yerli görünen yeni bir gurubun radyo ihalelerine girmesi ve çok değil bir yıl önce tek basamaklı fiyatlar ile alıcı bulamayan radyoları toplaması...
Bu noktada aklınıza şu soru gelebilir: Ne var bunda bu kadar çok konuşulacak?
Sevgili dostlar, 'ekonomik değerinin üstünde satılan her malda' sorgulanacak, sorgulanması gereken birçok nokta olduğu gibi, radyoları alan gurubun Tüpraş'ın yüzde 14.76'sını, Kuşadası limanını ve son olarak Galataport ihalesini alan Ofer-Global ikilisi ile 'danışman' ve/veya 'ortak' sıfatı altında görünen ilişkisi, gerçekleşen satışları daha da ilginç hale getiriyor... İlişkiye kısaca değindikten sonra konuyu soru-cevap yöntemiyle açmak istiyorum...
Soru 1: Son 25 yılda Türk medyasına ilgi yok denecek kadar az iken, ne oldu da Türkiye'de 'ortak algılamayı' üreten medya bu hale geldi? Soruya cevap ararken 2001, 11 Eylül tarihine dönmek ve bu sayfada 'Tüpraş neden değerlenecek' senaryomuzu aktarırken kullandığım tezimi aktarmak istiyorum: 11 Eylül, dünya düzeninin 'finansal-entelektüel' dinamikten 'askeri-endüstriyel' dinamiğe dönüşmeye başladığı tarih. O günden bugüne geçen süre içinde de yaşadıklarımız süreci destekleyen gelişmeler; Ortadoğu'nun bazı bölgelerinin işgali, artan petrol-altın fiyatları, güce dayanan yeni sistem, kâğıt üstünde parçalanan-kurulan yeni devletlerin kaynağı 'Büyük Ortadoğu Projesi'...
Bu noktada bir soru daha sormak gerekli: Türkiye'deki kilit şirketleri alan veya almak isteyen bütün şirketlerin kökünün 'Ortadoğu'nun en sorunlu bölgesine' daha açık ifadesiyle: İsrail'e dayanması tesadüf olabilir mi?
Tespit 1: Askeri-endüstriyel dinamiğin hâkim olduğu ortamda yeniden şekillendirilmek istenen bölgemizde 'petrol (Tüpraş), ağır sanayi (Ereğli) ve ortak algılamayı üreten medya şirketlerinin değerlenmesi gayet doğal. Hatta sürecin çok başı. Yukarıda anlatmaya çalıştığım teze, 'bölgede üslenilebilecek modern tek ülkenin Türkiye olduğu' gerçeğini ekleyin, 'Büyük Ortadoğu'cuların neden buralara geldiğini, geleceğini daha net anlayabiliriz...
Soru 2: Yabancılar 'medyada yüzde 100'e sahip olamaz iken, nasıl oluyor da yüzde 25 pay ile bu paraları verebiliyorlar?
Tespit 2: Başbakan'ın ilk satış sonrası yaptığı açıklamalar ve ihalede ortaya çıkan fiyatlar, yukarıdaki projeye uygun olarak kapalı kapılar ardında bazı sözler verildiğini açıkça ortaya koyuyor. Bu noktada akla bir soru daha geliyor: Askeri-endüstriyel yapı içinde en değerli şirket olan Tüpraş'ın yüzde 14.76'sı, halka açık olan kısmın piyasada yüzde 65 üstünde yabancıların eline geçtiği bilinmesine rağmen, neden kimliği belirsiz fonlara satıldı? İhale öncesi ne garanti altına alınmak istendi?
Soru 3: CanWest, ihale sonrası en yetkili ağızdan ima edildiği gibi 'medya' için 'kanatlı bir melek mi'?
Tespit 3: CanWest, 1975 yılında küçük bir TV istasyonu olarak İsrael Asper tarafından kurulan yapının bugünkü adı. Kanada, Avusturalya, Yeni Zelanda ve İrlanda'da medya yatırımları olan ve özellikle görünen 'anavatanı' olan Kanada'da 'monopol' olmakla sıkça suçlanan CanWest'in hakkında ortaya atılanlar bu kadar da değil. Patronun ağzından 'basın özgürlüğü' açısından 'en tehlikeli' dinamik olan 'merkeziyetçiliğe' küçük bir örnek. Bir toplantıda kurucu Asper şöyle diyor: 'Bizim uluslararası ve ulusal olayları değerlendirirken, 14 ayrı gazetemiz için 14 ayrı editoryal pozisyonumuz olamaz...'
Sonuç: Türkiye'de sağlanan istikrar ile yabancı ilgisinin arttığı tespit edilmesi gereken bir gerçek olmakla birlikte, satın alınan şirketlerin niteliği ve alanların 'orijini' konuyu daha dikkatli düşünmemizi gerektiriyor... Herkese iyi uykular!!
Yiğit Bulut 23 Eylül 2005 Radikal

CanWest'in Star TV'yi kimseye bırakmayacağı besbelli

Gaziantep ağzındaki o nefis özdeyişi hep tekrarlarım.
Hatırlatayım:
- Adamın ağzını büzmesinden Ömer diyeceği belliydi!
Önceki gün Süper FM'i 33 milyon 100 bin dolara, dün de Metro FM'i 22 milyon 850 bin dolara alan Kanadalı CanWest Medya şirketinin, Star TV'yi kimseye bırakmayacağı, radyo ihalelerinde bile inanılmaz rakamlara bayrak kaldırmasından belli olmuyor mu?
"Bu radyolar bu fiyata satın alınır mı" tartışmasına girmek anlamsız.
Çünkü belli ki bu şirket, bir grup yayın organını bünyesinde toplayarak Türk medya pazarında ağırlıklı bir yere sahip olmayı amaçlıyor.
Yoksa "Süper FM' in aylık reklâm geliri olsa olsa 1 milyon dolardır. Giderleri ve yatırılan paranın alternatif rantını hesap ederseniz, bu fiyata bu radyo alınmaz" diyebilirsiniz.
Ama eğer bu alımın ekonomik boyutuna ağırlık veriyorsanız, işin bir başka yönü daha var. Cem Uzan bu radyonun kuruluşunda 10 bin doların altında bir yatırım yapmıştı. İlk stüdyo ses geçirmesin diye, duvarlarına yumurtaların kırılmadan taşındığı ambalajlar yapıştırılmıştı. Türkiye'de özel radyoculuğun başlangıcındaki ilk DJ olan Kadir Çöpdemir, Günaydın gazetesinden transfer edilmişti.
Cem Uzan'ın özel televizyon ve radyo yayınlarındaki öncülüğünü kimse inkâr edemez. Turgut Özal'ın açtığı ufuk ve Cem Uzan'ın çalışkanlığı, bugün her biri milyonlarca dolar değer taşıyan ve Türk toplumunun önüne alternatif yayınlar sunan televizyon kanallarıyla radyo istasyonlarının başlangıcını oluşturdu.
- Bu özel yayıncılık istenen kalitede miydi?
- Medya sermayelerinin sahipleri bu organları iyi kullandılar mı?
-Bunlar çok sesliliğe ve sivilliğe mi, yoksa ilkesizlik ve nüfuz ticaretine mi kullanıldı?
Bütün bunlar başka tartışmaların konusu. Özellikle 28 Şubat'ta ayyuka çıkan "Kartelleşme" ve post-modern darbeciler durumdan vazife çıkartırken, kartelcilerin de durumdan kamu ihaleleri çıkartmaları hâlâ yargının ilgi alanında değil mi?
Ama bunlar özel radyo ve televizyonlar yokken de gazeteler kullanılarak yapılmıyor muydu? Elektronik yayın tekeli TRT eliyle devletteyken, sanki Türkiye daha temiz, daha düzgün bir siyasi ve idari ortama mı sahipti ve demokrasimiz daha mı sağlıklıydı?
Radyo ve televizyonlarda yabancı sermayenin payını yüzde 25'le sınırlayan mevzuata rağmen bu Kanada şirketi nasıl oluyor da, böyle milyonlarca doları bunlara veriyor?
Bu sorunun cevabı da belli. Demek ki TBMM açılınca yasaklayıcı mevzuat değişecek. Başbakan Erdoğan'ın Süper FM'in satışı haberinden duyduğu mutluluğu ve "Artık yayıncılıkta monopol bitiyor" cümlesini değerlendirirseniz, onun da "Ömer" diyeceğini anlayabilirsiniz.
Ayrıca hiç unutmayalım ki Star TV ve Süper FM yayına başladıklarında bunların varlığı da o zamanki Anayasa'ya aykırıydı.
Unutmayın ki şu anda Komünist Parti'nin tek egemen olduğu Çin'de bile özel televizyon kanalı var. Liu Changle adındaki girişimcinin kurduğu "Phoenix" şimdi 24 saat yayın yapan "Phoenix Info" haber kanalını da devreye soktu. Üstelik Phoenix, bizim TMSF radyo televizyonlarından daha az kamu bağımlısı. Çin TRT'si CCTV'nin bu şirketteki payı yüzde 10.
Yazıyı bir başka Gaziantep ağzından özdeyişle bitireyim:
- Davacının aptalı derdini mübaşire anlatır!
Dünya Mersin'e giderken siz hâlâ tersine gitmeyi savunuyorsanız, derdinizi anlatacak mübaşir de bulamazsınız özetle.
Mehmet Barlas 23.09.2005 Sabah

Thursday, September 22, 2005

Fransız TV5 yeni programla özür dileyecek

Fransız televizyon kanalı TV5, 17-18 tarihlerinde 24 saat aralıksız yayınlanan İstanbul belgeselinde Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinin Kürdistan olarak gösterilmesinden dolayı özür diledi. Zaman'a konuşan TV5 Genel Müdürü Marie-Christine Saragosse, 24 saatlik programda birkaç saniye süren harita görüntüsünün dikkatlerinden kaçtığını itiraf ederek, hatadan dolayı üzgün olduklarını söyledi. Üzüntülerini geçtiğimiz salı günü Türkiye'nin Paris Büyükelçiliği'ne de bildirdiklerini dile getiren Saragosse, bugün ya da yarın konuya ilişkin internet sitelerinde bir özür mektubu yayınlayacaklarını bildirdi. Zaman aracılığıyla Türk halkından özür dileyen Saragosse, Türkleri incittiklerini kabul ederek "Yakında hazırlayacağımız yeni bir programla Türkiye'yi yeniden onurlandıracağız." dedi.

TV5'in, programı CAPA isimli prodüksiyon şirketine yaptırdığını açıklayan Saragosse, söz konusu haritanın bir Alman televizyon programından alındığını tespit ettiklerini söyledi. Aynı zamanda televizyonun başkan yardımcılığı görevini de üstlenen bayan Saragosse, haritadaki ayrıntının dikkatlerinden kaçtığını dile getirerek, programın içeriği konusunda TV5 Programlar Genel Müdürü Fréderic Mitterrand'a güvendiklerini söyledi. Saragosse, içerik incelemesinin İstanbul'dan yayınlanan programı da sunan eski cumhurbaşkanı François Mitterrand'ın yeğeni Fréderic Mitterrand'ın yaptığını kaydetti. Mitterrand, geçtiğimiz yaz programlar genel müdürlüğü görevinden istifa etmişti.

İnsanların Türkiye'ye ilişkin yanlış bilgilere sahip olduğunu belirten Saragosse, programla Türkiye'nin modern yüzünü dünyaya göstermeyi amaçladıklarını ve bununla da özellikle Türkleri memnun etmek istediklerini söyledi. Buna karşın gözlerinden kaçan bir detaydan dolayı Türkleri incittiklerini kabul eden Saragosse, "Bundan dolayı pişmanız. Kendimizi savunmuyoruz. Üzgünüz. Bu haritayı önceden görmemiştim." şeklinde konuştu. Saragosse, öte yandan programın büyük beğeni topladığını ve çok sayıda teşekkür mektupları aldıklarını ifade ederek bu mektupları internet sitelerinde yayınladıklarını söyledi.

İstanbul'da yeni program

Türkiye'nin kendileri için 'büyük bir ülke' olduğunu kaydederek bundan sonra daha dikkatli olmaya çalışacaklarını belirten TV5 Genel Müdürü, yabancı gazetecilerin katıldığı Kiosque programını 9 Ekim'de İstanbul'da gerçekleştireceklerini ve bu programda İstanbul'u yeniden göstereceklerini haber verdi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'dan Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliğini kanallarına değerlendirmesi için randevu istediklerini açıklayan Saragosse, "Türkiye'yi yeniden onurlandıracağız." şeklinde konuştu.

Frederic Mitterrand'ın Amel Smaoui ile birlikte sunduğu '24 Saat Aralıksız İstanbul' programı İstanbul'un yanı sıra Türkiye'yi de tanıttı. Genel olarak beğenilen yayın, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi'ni 'Kürdistan' olarak gösteren haritadan dolayı büyük tepki çekmişti.

23.09.2005 Ali İhsan Aydın Paris Zaman

TÜPRAŞ ve Galataport'ta usulsüzlük yok

Erdoğan, "Türkiye Vergi Şampiyonları" törenine katıldı.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, "TÜPRAŞ ve Galataport ihalelerinde usulsüzlük iddialarını kabul etmem mümkün değil" dedi.
Erdoğan, "Türkiye Vergi Şampiyonları" Ödül Töreni'nden ayrılırken, basın mensuplarının sorularını yanıtladı.
Başbakan Erdoğan, bir gazetecinin, "TÜPRAŞ ve Galataport ihaleleri ile muhalefetin sert eleştirileri var. Usulsüzlük iddiaları var. Yüce Divan gündeme getiriliyor. Bununla ilgili ne diyeceksiniz?" sorusunu şöyle yanıtladı:
"TÜPRAŞ ve Galataport ihalelerinde usulsüzlük iddialarını kabul etmem mümkün değil. Bunların hepsi maalesef Türkiye'deki bu süreci olumsuz olarak izleme gayreti içinde olanların, bu süreci engellemek isteyenlerin, Türkiye'nin bu ekonomik sıçrama sürecini geçmişte olduğu gibi engelleme gayreti içerisinde olanların yakıştırmalarından başka bir şey değil.
Yıllarca bu ülkede 'Niçin özelleştirme bu kadar ağır gidiyor, niçin özelleştirme yapılamıyor?' diyenler şimdi de ne yapacaklar, 'Burada usulsüzlük var' diyecekler.
Şimdi Türk Telekom'da rakam nerelerdeydi, bizim dönemimizde nerelere çıktı? Bunu hazmedemeyenler, bunu engellemek isteyenler maalesef bu tür yakıştırmalar yapmak suretiyle kafa bulandırmaktan başka bir şey yapmıyorlar.
TÜPRAŞ ve Galataport ile ilgili konu henüz bizim önümüze gelmiş değil. Gelecek, göreceğiz ve bakacağız, burada herhangi bir şey var mı, yok mu? Varsa biz de bunlara karşı gereği neyse onu yaparız."
"İNCELEME TALİMATIM YOK"
Başbakan Erdoğan, bir gazetecinin, "İnceleme başlattığınız doğru mu?" sorusuna şu yanıtı verdi:
"Hayır benim verdiğim böyle bir talimat yok. Bunların hepsi yalandır. Zaten bu yalana artık çok alıştık. Bu açıdan, bu yakıştırmalara ayrıca üzülüyorum. Türkiye hızla yürümektedir. Bu konuda medya destek olması gerekirken, bir şeyler araştırmanın, aramanın gayreti içerisinde. Benim kimseyle, mesela ifade edildiği gibi, Sayın Ofer ile Başbakanlık'ta veya bir başka yerde görüşmem olmadı. Kaldı ki her müteşebbisle görüşürüm. Özelleştirmeye katılmak isteyenlerle görüşürüm. Görüşmemi engelleyecek bir şey mi var? Bütün medyanın, basının önünde yapılan açık artırma var. Bu açık artırmayı hepimiz izliyoruz. Millet de izliyor. Ondan sonra bu yakıştırmayı yapmak çok çirkin değil mi?"
Erdoğan, "TÜPRAŞ'ın bir kısım hissesinin satışının gizli olduğu" yönünde haberler bulunduğunun hatırlatılması üzerine, şöyle konuştu: "Olur mu öyle şey? Bunların hepsi, hamiline yapılmış olan satışlar. İsteyen gider satın alır. Kalkıp da kimsenin engelleme hakkı yoktur. Kim burada daha fazla parayı verirse, onlar bunu alır. Geçmişte 'En fazla parayı kim verirse ona satarım' diyenler, şimdi kalkıp, buna karşı direniş içine giriyorlar. Bunlar çok çirkin.
Türkiye'nin önünü kimse kesmesin. Ama bilsinler ki, kesemezler. Millet bunları mahkum eder. Devlet şu anda, bu ülkenin yararına olacak ne varsa, bunu yapmaktadır. Burada yerli sermaye de yabancı sermaye de bu rekabete girebilir. Ve bunun içinde yer almasından, bizim memnun olmamız lazım."
22.09.2005 Yeni Şafak

‘Oligark faktörü’

Oligark Rusça bir tabir. 1990’lardaki özelleştirmeler sırasında büyük ve önemli eski Sovyet işletme, maden, petrol ve diğer ekonomik varlıkları çeşitli vasıtalarla ucuza kapatan kapkaççı işadamları için kullanılıyor.
Yıllardır ilgimi çeken bu oligarklar hakkında Ukrayna’daki Portakal Devrimi dolayısıyla geçen ocak ayında bir yazıda söz etmiş, yazının bir yerinde şöyle demiştim:
‘...Hem Ukrayna-Rus hem de İsrail pasaportu taşıyan bu oligarklardan en ünlüsü olan Boris Abromoviç Berezovski’nin Viktor Yueşenko’nun ikinci tur seçimini kazanmasından hemen sonra başkent Kiev’e gelip Yuşenko ile görüştüğü, onu zaferinden dolayı tebrik ettiği biliniyor. Berezovski bu köşede defalarca yazdığımız gibi Rusya’nın en büyük oligarkıydı. Servetini Boris Yeltsin döneminde yapan ve Yeltsin’in kızı Tatyana Duyatçenko ile yakın ilişkilere sahip, Rasputin ya da Prens diye bilinen Berezovski Putin döneminde karşılaştığı baskılar ve muhtemel mahkumiyet dolayısıyla Rusya dışına kaçmak zorunda kaldı 5-6 yıl önce. Şimdi siyasi mülteci statüsü kazandığı Londra’da yaşıyor ve Putin’e karşı dışarıdan mücadele veriyor, bir gün Putin’i saf dışı etmeyi umuyor. Bunları kendisi söylüyor. Haberlerde son seçimlerde işte bu Berezovski’nin Yuşenko cephesine hem maddi hem de başka bakımlardan destek verdiği ifade ediliyor.
Berezovski’ye ek olarak onun kadar olmasa da yine ünlü bir başka oligarkın da Ukrayna seçimlerinde Yuşenko cephesine büyük yardımlar yaptığı söyleniyor. Bu ünlü oligark aslen Ukraynalı; adı da Semen (Simon) Mogileviç. Hem Ukrayna hem İsrail pasaportuna sahip Mogileviç’in Yuşenko taraftarlarına birkaç bin ordu tipi çadır ve yüzlerce seyyar mutfak alıp hediye ettiği bildiriliyor. Berezovski ve Mogileviç’e ek olarak muhtemelen başka oligarkların da seçimlerde Yuşenko’ya çeşitli şekillerde yardım ettikleri de söz konusu. Tabii bunların kimler olduklarını bilmemize imkan yok; ama Rus gizli servislerinin bunların kimler olduklarını tespit edip hem kimliklerini ve hem de faaliyetlerini Putin’e ilettikleri sözünü ettiğim kaynaklarda yazılı.’
Benim tam 9 ay önce haberini verdiğim Portakal Devrimi’ndeki ‘oligark faktörü’ bugünlerde en azından Boris Berezovski bakımından doğru çıkmış bulunuyor; zira Berezovski’nin kendisi dahil pek çok kaynak bu ünlü ve nüfuzlu oligarkın Portakal Devrimi’ne büyük maddi katkı sağladığını ortaya koymuş bulunuyor.
İlk önce Internet-Reporter adlı internet sitesi (rep.ua.com)nde Berezovski’nin Ukraynalı bazı kaynaklara yaptığı banka havalelerinin dekont kopyalarının yayınlanmasıyla gün ışığına çıkan para yardımı Ukrayna eski Cumhurbaşkanı Leonid Kravçuk’un 14 Eylül günü Bere şirketlerinin hesaplarından Yuşenko ekibine para gönderildiğini bizzat söylemesi üzerine çok vahim bir siyasî skandal boyutu kazanmış oluyor.
Yuşenko karşıtı Birleşik Demokratik Parti’nin başkanı olan Kravçuk, 15 milyon doları bulan havalelerin teyidi halinde Yuşenko’nun parlamento tarafından derhal azledilmesi gerektiğini de talep etmiş bulunuyor.
Bugün bu köşede kısaca değindiğim skandal ve Berezovski’nin diğer marifetleri hakkında pek çok değişik yorum da var. Berezovski’nin havaleleri teyit etmesiyle Yuşenko’yu zor duruma düşürdüğü, önceleri desteklediği Yuşenko’dan artık vazgeçtiği, şimdilerde Bayan Timoşenko’yu desteklemeye karar verdiği, hatta karşılığını alamadığı için havaleleri açıklayarak bir tür öç aldığı gibi yorumlar yapılıyor.
Çok önceden belirttiğimiz gibi Portakal Devrimi’nde ‘oligark faktörü’ hep vardı. Ve biz de bunu görmüştük... FİKRET ERTAN
22.09.2005 Zaman

İMKB Başkanı: Borsa ciddi bir abluka içinde

İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB) Başkanı Osman Birsen, İMKB'nin aslında çok ciddi bir ekonomik abluka içinde olduğunu belirterek, "Bizim bu reel faizi Amerika'ya taşı, orada borsa kalmaz" dedi.

Birsen, Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSİAD) tarafından düzenlenen toplantıda, MÜSİAD üyelerine İMKB hakkında bilgi verdi.

İMKB'nin, uluslararası standartlara uygun takas ve saklama işlemlerinin yapıldığı bir borsa olduğunu ifade eden Birsen, tam otomasyonlu İMKB'nin dünyanın en ucuz borsası olduğunu ve AB sermaye piyasaları düzenlemelerine paralel hukuki yapısı bulunduğunu anlattı.

İMKB'de işlem gören 139 şirketin 1-50 milyon dolar değer aralığında, 116 şirketin 50-500 milyon değer aralığında olduğunu belirten Birsen, 44 şirketin de 500 milyon dolar ve üzerinde bir değere sahip bulunduğunu anlattı.

Birsen, İMKB'nin dünyada gelişen piyasalar arasında 7., dünya borsaları arasında ise 21. sırada yer aldığını kaydetti.

YABANCI YATIRIMCILAR...

Konuşmasında Borsa'ya gelen yabancı yatırımlara da değinen Birsen, bu durumun tartışılan bir konu olduğunu söyledi.

Yabancı yatırımların Türkiye'ye gelmesi için çeşitli girişimlerde bulunulduğunu anlatan Birsen, şöyle dedi:

"Yabancılar çağrılıyor, (dileyin bizden ne dilerseniz, kanun değiştirelim, yeter ki siz gelin) deniyor. Yabancı yatırımcıya ihtiyacımız vardır. İstediğimiz için çağırıyoruz. Yabancı sermayeye geldiği zaman kızmak diye bir şey yok. Bu psikolojiden kurtulmak lazım. Çünkü biz çağırıyoruz. Çünkü bunu yapanlar kazanıyor gibi gözüküyor. Yabancılara düşman olan Çin, yılda 110 milyar dolar yabancı sermaye alıyor. Çin, komünist adamlar, sermayeyi sünger gibi çekiyor. Demek ki yabancı tasarrufa ihtiyaç var, istiyoruz."

İMKB'nin kendi mekanizması içinde, güven ortamını yaratarak yabancı yatırımcıları çektiğini anlatan Birsen, yabancıların İMKB'nin sistemine güvendiğini söyledi.

"BORSA EKONOMİK ABLUKA ALTINDA"

25-30 milyar dolarlık sermaye yaratmak açısından Türk yatırımcıların kaynak zaafiyeti içinde bulunduğunu belirten Birsen, şöyle devam etti:

"Kendi yatırımcılarımızdan bu parayı alamıyoruz. Parası olmadığı için mi alamıyoruz? Yok. adam başka şeyleri daha güvenli bulduğu için oralara gidiyor, faize gidiyor. Yüksek faiz veriyorsunuz, reel faiz yüzde 25-35, riski de hiç yok, sıfır, Hazine garantisi var. Bundan daha büyük garanti yok ki. Şimdi, 20 yıl bekle paranı al da yok. Gel de bununla rekabet et. Ben ne vereceğim? Demek ki Borsa aslında çok ciddi bir ekonomik abluka içinde. Bizim bu reel faizi Amerika'ya taşı, orada borsa kalmaz ki..."

İMKB'nin reel faizle mücadele ettiğini belirten Birsen, Borsa'nın vadesiz veya kısa vadeli bu kadar getiri sağlayan bir enstrümanla mücadele ettiğinin altını çizdi.

"EN PEHLİVANI BİZİZ"

Dünya borsaları içinde İMKB'nin en zor şartlar altında çalışan Borsa olduğunu dile getiren Birsen, "Böyle başka bir borsa yok. En pehlivan biziz. Bu kadar yüksek reel faizle mücadele edebilen başka bir borsa yok. O halde dünya borsaları içinde en güçlü borsa İMKB" diye konuştu.

Türkiye'nin en sıkıntılı döneminde bile yabancı yatırımcıların İMKB'de yatırım yaptığını ifade eden Birsen, yabancıların Türkiye'nin geleceğine inandığını söyledi.

Birsen, "Bizim, Borsa'yı lanetlediğimiz bir dönemde, net yatırımcı olmak sıfatıyla, en ucuz fiyatlarla piyasaya girdiler. Buna borsacılık denir. Bir şeyi ucuzken aldığınız zaman kazanırsınız" dedi.

Osman Birsen, yabancı yatırımcıların 2005 yılının 9 aylık dönemine kadar 2.4 milyar dolar bir yatırım büyüklüğüne ulaştığını belirterek, bunun Borsa içindeki toplam payının yüzde 60'ın üzerine çıktığını kaydetti. Birsen, "(Artmasın) diyorsanız, siz de alacaksınız. Başka çaresi yok. (Ben almayım, borsamız gelişsin, yabancı da almasın) böyle şey olmaz" diye konuştu.

İMKB Başkanı Birsen, konuyla ilgili bir soru üzerine, yabancı yatırımcıların geçmişte Borsa'da kriz yaratacak işlemler yapmadığına dikkat çekerek, kendisinin Türk yatırımcılardan korktuğunu, yabancı yatırımcıların kriz zamanında Borsa'dan çıkmak yerine Borsa'ya geldiğini anlattı.

İMKB'nin en büyük sorununun yanlış anlaşılmak olduğunu dile getiren Birsen, İMKB'yi devlet dairesi gibi gören yaklaşım nedeniyle motivasyonlarını kaybettiklerini söyledi.

Toplantıda ayrıca, İMKB Başkan Yardımcısı Esin Akbulut da "KOBİ'lerin halka arzı ve Borsa'da işlem görmesi" konulu bir sunum yaptı.

22 Eylül 2005 Yeni Şafak

Metro FM de Kanadalı CGS'ye kaldı

TMSF'de yapılan dünkü ihalede Super FM'i 33,1 milyon dolara alan Kanadalı CGS şirketi, bugünkü Metro FM ihalesinde de 22 milyon 850 bin dolar ile en yüksek teklifi verdi.
Şirket, ihaleye Pasifik Televizyon ve Radyo İşletmeciliği A.Ş. adıyla katıldı.
Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu'nun (TMSF) 15 milyon 500 bin dolar muhammen bedelle satışa çıkardığı Metro FM için gerçekleştirilen açık artırmada, en yüksek teklifi 22.9 milyon dolar ile Pasifik Televizyon ve Radyo İşletmeciliği A.Ş. verdi.
TMSF'nin Esentepe'deki merkezinde gerçekleştirilen ihalenin açık artırma bölümünde 22 milyon 850 bin dolar ile en yüksek teklif Pasifik Televizyon ve Radyo İşletmeciliği A.Ş.'den alındı.
22 Eylül 2005 Yeni Şafak

Kanadalı CGS'den Super FM'e rekor fiyat: 33.1 milyon dolar

Star Medya Grubu şirketlerinin satışı kapsamındaki ilk ihale olan Super FM için Kanadalı CGS, 33.1 milyon dolarlık teklif verdi. Bu rakam, 18.5 milyon dolarlık muhammen bedelin 14.6 milyon dolar üzerinde.
Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu'nun (TMSF), 7 radyo, 2 televizyon kanalı ve bir gazeteden oluşan Star Medya Grubu şirketlerinin satış ihaleleri Super FM ile başladı.
Super FM için gerçekleştirilen ihale kapsamındaki açık artırmada, 33.1 milyon dolarla en yüksek teklifi vererek ihaleyi kazanan CGS Televizyon ve Radyo Yayıncılığı Tic. A.Ş'nin verdiği son fiyat, muhammen bedel olarak belirlenen 18.5 milyon doların yüzde 78.9 ve 14.6 milyon dolar üzerinde gerçekleşti.
İhalede artırmanın başladığı 13 milyon 250 bin dolarla kıyaslandığında ise verilen 33.1 milyon dolarlık son fiyat, 19 milyon 850 bin dolar ve yüzde 149.8'lik bir artışı ifade ediyor.
SATIŞ TAKVİMİ 6 EKİM'E KADAR SÜRECEK
Süper FM ile başlayan TMSF'nin Star Medya Grubu satışları, 6 Ekim'de Star Gazetesi'nin satışıyla sona erecek.
İhaleler Metro FM için yarın, Joy FM ve Joy Türk FM için 23 Eylül'de, Star TV için 26 Eylül'de, Rock FM ve Radyo Alaturka için 27 Eylül'de, Kral TV için 30 Eylül'de, Kral FM için 3 Ekim'de ve Star Gazetesi için 6 Ekim'de gerçekleştirilecek.
Star TV 155 milyon dolar, Kral TV 45 milyon dolar, Star Gazetesi 19 milyon 500 bin dolar, Metro FM 15 milyon 500 bin dolar, Joy FM 4 milyon 400 bin dolar, Joy Türk FM 2 milyon 700 bin dolar, Rock FM 335 bin dolar, Radyo Alaturka 155 bin dolar ve Kral FM 9 milyon dolar muhammen bedele sahip bulunuyor.
TMSF'den 19 Eylül'de yapılan açıklamaya göre, Metro FM için Popüler Televizyon ve Radyo İşletmeciliği A.Ş., Merkez Radyo İşletmeciliği San. ve Tic. A.Ş., Pasifik Televizyon ve Radyo İşletmeciliği A.Ş. ve 3 Numara Radyo ve Televizyon Yayıncılık A.Ş. idari belgelerini teslim etti.
Joy FM için, Altın Kanal TV ve Radyo Yayıncılık A.Ş., Ciner Radyo İşletmeciliği San. Ve Tic. A.Ş., Galata Televizyon ve Radyo Yayıncılık A.Ş., Joy Türk FM için de Doğa Yayıncılık San. ve Tic. A.Ş., Haliç Televizyon ve Radyo Yayıncılık A.Ş. idari belgelerini verdi.
Rock FM için Karma Radyo ve Televizyon Yayıncılık A.Ş., Radyo Alaturka için de Ares Radyo ve Televizyon Yayıncılık A.Ş. ile Üsküdar Radyo ve Televizyon A.Ş. belgelerini ulaştırdı.
Star TV için idari belgelerini teslim eden kuruluşlar, Ciner Televizyon ve Radyo İşletmeciliği A.Ş., CGS Televizyon ve Radyo Yayıncılığı Tic. A.Ş., Işıl Televizyon Yay. Tic. A.Ş., Atlantik Basın Yayın A.Ş. ve Etik Yayıncılık A.Ş. olarak sıralandı.
Kral TV için idari belgelerin son teslim tarihi bugün, Kral FM için 26 Eylül 2005, Star Gazetesi için ise 29 Eylül olarak belirlendi.
21 Eylül 2005 Yeni Şafak